Adli Tıp PDT

tarantula90102.02.2011 - 07:00
Adli Tıp PDT


1. GİRİŞ VE AMAÇ

İnsanlar, küçük veya büyük topluluklar halinde yaşarlar ve yaşadıkları çevrede bir sosyal düzen geliştirirler. Sosyal düzenin olduğu her yerde bu düzeni bozan kişiler ve eylemler de olmaktadır. Bu da “suç ve suçlular” kavramını ortaya çıkarır. Bu kişilerin sosyal düzene karşı işledikleri suçlara reaksiyon olarak toplumdan soyutlanmaları ve bir şekilde ceza çekmeleri de bir gerekliliktir. Toplumsal huzuru sağlamak ve insanlarda düzene karşı güven duygusunu pekiştirmek için, işlenen suça uygun ve yeterli cezayı belirlemek ve uygulamak hukuk biliminin çalışma alanına girer. İnsanlara karşı işlenen ve şahısların herhangi bir şekilde zarar gördüğü suçlarda, zararın niteliğini ve derecesini belirlemek ise tıbbı ilgilendiren bir konudur. Tıbbın adalete yardımcı olması nedeniyle, tıp ve hukuk bilimleri en eski zamanlardan beri birbirleriyle yakın bağlantı içinde olmuşlardır. Onaltıncı yüzyıldan sonra, başta İtalya ve Almanya olmak üzere çeşitli ülkelerde adli tıp ayrı bir bilim dalı olarak önem kazanmış, özellikle 19. yüzyıldan itibaren hızla gelişmiştir. Günümüzde tıp bilimlerinde, özellikle genetik ve moleküler biyoloji alanlarındaki gelişmeler, hukukun adil ve hızlı işlemesi için alınan önlemlerle birleşince, adli tıp çok önemli bir bilim dalı haline gelmiştir ( Soysal ve Eke., 1999 ).

Ülkemizde adli tıpla ilgili ilk yasa 1840 yılında çıkarılmıştır. Günün koşullarına uydurmak ve eksikliklerini gidermek amacıyla bu yasada birkaç kez değişiklikler yapılmış ve 1982 yılında halen yürürlükte olan 2659 sayılı yasa kabul edilmiştir. Bu yasayla kurulan ve mahkemeler, hakimlikler, savcılıklar tarafından gönderilen çeşitli materyalleri incelemek ve sonuçlarını raporla tespit etmekle görevlendirilen ihtisas daireleri şunlardır:

- Morg İhtisas Dairesi
- Gözlem İhtisas Dairesi
- Kimyasal Tahliller İhtisas Dairesi
Biyoloji İhtisas Dairesi
Fiziksel İnceleme İhtisas Dairesi
- Trafik İhtisas Dairesi



Bu yasanın yürütülmesini sağlamak için çıkarılan yönetmeliğin 12. maddesine göre Biyoloji İhtisas Dairesi’ nin görevleri şöyle belirlenmiştir;

a) Mahkemeler, hakimlikler, savcılıklar tarafından gönderilen kanlı eşya, sperm lekesi, lekeli eşyadan kan grupları ve faktörleri, babalığın tayini, kan sayımı; kan ve omurilik suyunda bakteriyolojik ve serolojik incelemeler yaparak sonucunu raporla mahalline bildirmek,
b) Gönderilen suç aletleri, giysi, eşya üzerinde sperm ve diğer biyolojik lekeleri aramak,
c) Besin maddelerinin biyolojik ve bakteriyolojik incelemelerini yaparak Gıda Maddeleri Tüzüğüne uygunluğunu araştırmak,

d) Vajinal ve anal frottilerde spermatozoid aramak,

e) Spermiogram yapmak,

f) Gebelik testi yapmak,

g) Kan lekelerinin insan veya hayvana ait olup olmadığını, mümkünse kaynağını, insana ait ise grup ve faktörlerini belirlemek.

Bunların dışında lekenin ne zaman meydana geldiğinin, kadına mı erkeğe mi ait olduğunun tespiti gibi araştırmaların yapılması da istenebilir ( Tunalı., 1995).

Fizik yapılarının özellikleri, vücut dokuları ve sıvıları kişilere, diğer insanlardan ayırdedilmelerini sağlayan bireysel özgünlüğü kazandırır. Birçok kriminal olayın aydınlatılmasında ve babalık tayininde kalıtsal olarak aktarılan bu özelliklerden yararlanılır. Bu amaçla kullanılan vücut sıvıları ve bunların lekeleri arasında önem bakımından kandan sonra tükrük lekeleri gelmektedir. Özellikle tecavüz ve cinayet olaylarında tükrük lekesinden yararlanılarak fail ve mağdurun kimliklerini belirlemek ve böylece olayı aydınlatmak mümkündür.

Kişinin sekretörlük denen genetik özelliğe sahip olması durumunda, antijenik kuvvetinin daha fazla olması nedeniyle, kandan çok daha az miktarda tükrük ile kan grubunu belirlemek mümkündür (Matsuzawa ve ark., 1985). Adli tıp yönünden taşıdığı öneme ve avantajlara rağmen, ülkemizdeki adli tıp literatüründe tükrük ve tükrük lekelerine yeteri kadar yer verilmediği görülmüştür. Yabancı çalışmalarda ise grup tayini yöntemleri üzerinde durulmuş, ancak grup özelliği veren antijenlerin dayanma süreleri hakkında yapılmış bir araştırmaya rastlanılmamıştır.

Biyolojik delillerde antijenlerin dayanma sürelerini bilmek önemlidir çünkü bu deliller adliye emanetinde bazen ayları bulan sürelerde bekletildikten sonra savcılık tarafından adli tıp laboratuvarına gönderilmektedir. Antijenlerin dayanıklılık süresi ve bunun önemi bilinmediğinden, antijenik aktivitenin kaybolması nedeniyle önemli adli hatalar yapılabilmektedir.

Çalışmamızda, sigara izmariti, mektup zarfı ve kumaş üzerindeki tükrük lekelerini belirlemeyi ve belli aralıklarla uyguladığımız testle kan grubu antijenlerinin dayanma sürelerini incelemeyi amaçladık.
2. GENEL BİLGİLER

2.1. Adli Bilimlerde Fiziksel Delillerin Önemi

Çok eski zamanlardan beri suçların ispatında “ itiraf ” esas alınmıştır. Özellikle Orta Çağ’ da itiraf ettirme amacıyla özel yöntemler ve aletler geliştirilmiştir. Ancak bu yöntemler kişileri bazen işlemedikleri suçları işlemiş gibi itirafa zorlamıştır. Oysa amaç her zaman gerçeği bulmak olmalıdır
ve bunun için zanlının suçlu olup olmadığını bilimsel verilerle ispat etmek gerekir.

Suç işleyenler ne kadar profesyonel olurlarsa olsunlar, her suç belli bir gayreti, belli yerlere teması gerektirdiğinden olay yerinde mutlaka delil bırakırlar (Sander., 1997). Bu delileri olay yerinde araştırma, usulüne uygun olarak toplama, saklama ve laboratuvara ulaştırma aşamalarının gereken özen gösterilerek yapılması zanlının suçluluğunu ya da suçsuzluğunu ortaya çıkaracaktır. Büyük bir hızla ilerleyen teknolojinin olanakları, adli bilimlerde de delillerin belirlenmesinden başlayarak tüm aşamalarda kullanılmaktadır. Bilimsel yaklaşımla elde edilen sonuçlarda hata veya yanılgı olmayacağından toplumda adalete ve düzene güven duygusunu da artacaktır. Bu nedenle her tür delili başlangıç aşamalarından itibaren dikkatle araştırmak ve değerlendirmek büyük önem taşımaktadır ( Grunbaum ve Crim,1982).

Kriminal olaylarda, olaya ilk müdahale eden güvenlik güçlerinin görevi, güvenliği sağlamak, olay yerini bozmadan korumak, delillerin kaybolmasını önlemek , olayla bağlantısı olabilecek kişilerin olay yerinden uzaklaşmasını önlemektir. Hakim veya savcının gerekli incelemelerini yapmasından sonra resmi veya sivil uzmanlardan oluşan ekipler tarafından deliller toplanır ( Sander.,1997). Deliller hakim veya savcıya teslim edildikten sonra gerekli incelemelerin yapılması için ilgili daireye gönderilir. Delillerin biyolojik kaynaklı olanlarında kontaminasyon ve bozulma riskinin yüksek olması nedeniyle alınmaları, saklanmaları ve incelenecekleri laboratuvarlara ulaştırılmaları doğru yöntemlerle ve olabildiğince hızlı olmalıdı (Muralidharan ve Wemmer.,1994).

Deliller niteliği, miktarı, boyutları farklı olabilen çeşitli materyallerdir. Çok önemlidirler çünkü;

Araştırmaları kurbana, şüpheliye ve çevreye yönlendirir, parçaları anlamlı kılar ve bir araya getirirler.
İşlenmiş ya da işlenecek suçun anahtar noktalarını ispatlayabilirler.
Suç ile kişilerin kimlikleri arasında ilişki kurulmasını sağlarlar.
Suçsuzu ortaya çıkarırlar.
Mağdurun tanıklığını güçlendirirler.
Detayları belirledikleri için şüphelinin itiraf etmesini sağlarlar (The Golden State ED Department.,1999) (Sander.,1997).

2.2. Delillerin Yaygın Tipleri

Delilerin bazıları sabit veya hareket ettirilemeyecek kadar ağır cisimlerin üzerinde bulunabilirler. Topraktaki ayak izleri, tekerlek izleri bu tür sabit delillere örnek olarak verilebilir. Taşınabilir deliller ise olay yerinden alınıp laboratuvar incelemelerinde ve araştırmalarda kullanılan delillerdir. Delilerin ayrımı uygulanacak laboratuvar incelemesinin tipine göre de yapılabilir ancak bunu her delil için uygulamak mümkün değildir. Örneğin bir şantaj mektubu , üzerindeki parmak izlerinin araştırılması için Fizik İncelemeler İhtisas Dairesi, zarfın yapışkan yerindeki ve pulun arkasındaki tükrük örneğinden kimlik belirlenmesi için Biyoloji İhtisas Dairesi tarafından incelenebilir.


Kriminal olaylarda delillerin yaygın tipleri şunlardır:

1. Biyolojik materyaller
Olay yerinde bulunan veya suçla ilişkisi kurulan insan veya hayvan kaynaklı kıllar, kan, meni, tükrük ve benzeri çeşitli vücut sıvıları ve bunların lekelerini taşıyan kumaş, sigara izmariti, bardak gibi nesneler bu kategoriye girer. Bu materyallerin serolojik ve biyokimyasal incelenmesiyle orijinlerinin belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi mümkündür. Ayrıca organ, doku parçaları, vücut sıvıları ve kıllardan çeşitli toksik madde, ilaç ve alkol analizi için yararlanılır.

2. Dökümanlar
Üzerinde daktilo, bilgisayar veya el ile yazılmış yazı olan kağıtlar, mürekkep, özellikle silinmiş, değiştirilmiş yazılar, yanmış dökümanlar sahtecilik açısından araştırılır.


3. İlaçlar
Üretim, dağıtım ve satımı yasalarla düzenlenmiş, saldırganlık veya şiddet yaratabilen uyuşturucu ilaçların varlığı ve içeriği araştırılır.

4. Patlayıcılar
Patlayıcı içeren nesneler ve bir patlamadan sonra geriye kalan tüm kalıntıları içerir.

5. Ateşli silahlar
Mermiler, boş kovanlar, mermi çekirdekleri ateşli silahlar incelenir.


6. Lifler
Tüm sentetik veya doğal lifler nesneler, kişiler ve olay arasında ilginin kurulmasına yardımcı olabilirler.

6. Parmak izleri
Çeşitli eşyalar üzerinde bulunan görünen veya gizli tüm parmak izleri incelenir.

7. Cam
Hırsızlık, trafik kazalarında vurup kaçma olaylarında, ne taraftan ateş edildiğinin belirlenmesinde olay yerinde bulunan bir cam parçacığı veya bir aletle kesilmiş, delinmiş pencere camı olayın aydınlatılmasına yardımcı olur.

8. İzler, damgalar
Topraktaki ayak izleri ve yiyecek, giyecek üzerindeki fabrika baskıları gibi delillerdir.

9. Boya
Kuru veya sıvı olsun herhangi bir boya, bir objenin yüzeyinden bir başka objenin yüzeyine bulaşabilir. Yaygın bir örnek, otomobil kazalarında bir araçtan diğerine boya transferidir. ABD’de her yıl üretilen araçlara o yıl için bir boya standartı verilmektedir. Yabancı veya eski araçlar bu boyalarla boyanamadıkları için boya analizi ile aracın hangi yıla ait olduğu anlaşılmaktadır.

10. Petrol ürünleri
En yaygın olarak görülenler, kundakçılık olaylarında elde edilen yağ lekeleri veya benzindir.

11. Toprak ve mineraller
Özel bir bölgeye ait toprak ve minerallerden, kişi veya nesnenin o bölge ile bağlantısını kurdurabilecek ayrıntılar elde edilebilir.

12. Çeşitli yiyecekler
Elbise, ayakkabı veya nesneler üzerinde herhangi bir yiyecek parçasının bulunması kişi veya nesne ile olay arasında bağlantı kurdurabilmektedir.

Alet izleri
Herhangi bir olayda kullanılan bir aletin bir başka nesne üzerinde oluşturduğu izlerdir. Bir kapı kilidini açmak için kullanılan bir tornavidanın bıraktığı sürtünme ve baskı izleri örnek olarak verilebilir.

14. Araç ışıkları
Araçların farlarının açık veya kapalı olması zamanın belirlenmesi amacıyla kullanılır
(Güney.,1998) (Sander.,1997).

Ayrıca düğme, ip, toprak, kül, talaş, kömür, bitkiler, kozmetikler, yiyecek paketleri ve benzeri çeşitli deliller olayla mağdur ve şüpheliler arasındaki bağlantının kurulmasını sağlar.

Delilleri dikkatle araştırma ve değerlendirmenin önemini vurgulayan bir örnek olarak Aldo Moro cinayetini verebiliriz. 1978 yılında Kızıl Tugaylar tarafından kaçırılan İtalya Başbakanı Aldo Moro’nun cesedi bir arabanın bagajında bulunduktan sonra çoklu teknik yaklaşımıyla deliller araştırılmıştır. Moro’ nun giysileri, ayakkabıları, arabanın içi ve dışı incelenmiş, bulunan toprak ve bitki örneklerinin değerlendirilmesi sonucu suçlular yakalanmıştır (Lombardi.,1999)

Mikroskopik boyutlarda da olsa fiziksel deliller araştırmanın önemli bir aşamasını oluştururlar. Eğer delillerin araştırılması, incelenmesi ve korunması, başlangıç aşamasından itibaren gereken dikkat, duyarlılık ve beceri gösterilmeksizin yapılırsa olayların açıklığa kavuşturulması zorlaşır (Moenssens ve ark., 1995).


2.3. Biyolojik Deliller

Lockhart’ ın “her temas kendi izini bırakır” sözü adli tıpta delilin önemini vurgulamaktadır. Bu iz ne kadar küçük olursa olsun gelişmiş teknolojik olanakların dikkatli kullanımıyla belirlenmesi ve analiz edilmesi mümkündür. Bir kan damlası veya sigara izmariti yoluyla çözümlenen kriminal olayların anlatıldığı programlar televizyonlarda ilgiyle izlenmektedir. Özellikle son yıllarda geliştirilen yöntemler sayesinde çok küçük miktardaki biyolojik örneklerle olayları aydınlatmak mümkün hale geldiğinden bu tür deliller daha da önem kazanmışlardır.

Kan, meni, tükrük, ter, gözyaşı, vajen ifrazatı, mekonyum, gaita, süt ve süt ağzı, verniks kaseosa, idrar ve bunların lekeleri ile kıllar, organ parçaları, tırnak ve kemikler biyolojik delilleri oluştururlar. Bu delillerle ilgili araştırmaları yapmak Adli Biyoloji disiplininin görevleri içine girmektedir.

Özellikle cinayet, tecavüz , saldırı gibi şiddet içeren olaylarda
kan, meni, tükrük lekeleri bazen tek delil olmaktadırlar. Bu nedenle bu lekelerin tespitiyle başlayan incelemeler büyük önem taşımaktadır.


2.4. Biyolojik Delillerin Toplanması

Teknik olanaklar, ekipman, bilgi birikimi ve deneyim ne kadar gelişmiş olursa olsun esas belirleyici faktör delilin durumudur. Bu nedenle biyolojik delillerle yapılan çalışmalarda, delilin belirlenmesiyle başlayan tüm aşamalar titizlikle ve dikkatle uygulanmalıdır ( Fisher ve Block.,1998).

Delil toplamanın önemini gösteren bir örnek, Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzyılın davası olarak isimlendirilen
profesyonel futbol oyuncusu O. J. Simpson davasıdır. Eşini ve eşinin erkek arkadaşını öldürmekle suçlanan Simpson’ın avukatları, polisin delil toplamadaki hataları üzerinde durmuşlardır. Gerçekten olayın araştırılması sırasında özellikle kan ve parmak izi gibi delillerin toplanması ve saklanmasında gereken duyarlılık ve beceri gösterilmediğinden deliller değer kaybetmişlerdir ve olay açıklığa kavuşturulamamıştır ( Storey., 1995).

Kriminal bir araştırmanın başarıyla sonuçlanmasında biyolojik delilleri inceleme aşamaları büyük öneme sahiptir
Adli serolojinin klasik uygulama alanı olan babalık reddi ve kan grubu, alt grup ve faktörlerinin saptanmasının yanısıra, çeşitli suç olaylarının aydınlatılmasında vücut sıvılarının ve eser miktarda da olsa bunların lekelerinin yüksek güvenilirlik oranına sahip kanıtlar olarak kullanılmalarıyla, bireysel tanımlama (identifikasyon) ve ayrım (diferansiasyon) yapmak mümkündür (Albek.,1999). Bu kanıtların standartlara uygun bir şekilde toplanmaları, saklanmaları, incelenecekleri laboratuvarların teknik kapasiteleri, uzmanların bilgi düzeyleri sonucu belirler. Eğer araştırıcı biyolojik kanıtları doğru yerde aramaz, onları ayırt edemez veya laboratuvarda yapılacak araştırmalara uygun şekilde almaz ve saklamaz ise laboratuvarın teknik kapasitesi ne kadar gelişmiş olursa olsun doğru sonuca ulaşmak mümkün değildir. Aynı şekilde, tüm bu aşamalar doğru yapıldığında, laboratuvardaki uzmanın bilgi düzeyinin yetersizliği, acemiliği veya dikkatsiz çalışması sonucu etkileyecektir. Bu nedenlerle başarılı bir kriminal araştırma biyolojik delilleri toplama ve korumada standardize edilmiş yöntemlerin uygulanmasına gereksinim duyar (Presley .,1997).

Biyolojik delil sıvı halde ise mümkün olduğunca çabuk plastik veya cam steril bir taşıyıcıya alınmalıdır. Bu işlemler sırasında delili toplayanın hem kendi sağlığı için, hem de delili kontamine etmemek için eldiven kullanması gereklidir. Lekeler dikkatle dökümanlanıp fotoğraflanmalıdır. Lekenin kuru veya sıvı halde olmasına, üzerinde bulunduğu materyalin özelliğine ve büyüklüğüne uygun malzeme ve yöntemle deliller alınır. Tükrük genellikle ısırık izleri ile birlikte bulunur. Tükrük bulunan bu bölgelerin fotoğrafı çekildikten sonra nemlendirilmiş bir swap veya gazlı bez ile örnek toplanmalıdır. Gazlı bez boyutlarını en az ölçüde tutmak gerekir. Kumaş üzerinde bulunan leke kesilerek alınabileceği gibi bazen
giysiler yeniden örnek oluşturmak amacıyla kullanılabildiğinden tümüyle alınabilir. Islak tükrük veya diğer vücut sıvılarını içeren giysilerin dışına ve
içine kağıt katmanları konulmalı, kuru yerinden tutulup kağıt taşıyıcıya yerleştirildikten sonra ikinci bir kağıt taşıyıcıya konulmalıdır. Sigara izmariti, yiyecek artıkları, peçete, kürdan gibi tükrük örneği taşıyabilecek materyaller el değmeden, pensle alınmalı ve her örnek ayrı taşıyıcıya konulmalıdır (Grunbaum., 1989).

Dökümantasyon, kriminal ve toplumsal araştırmalarda hem hukuki hem de bilimsel yönden önemlidir. Her materyalin orjinal konumu ve diğer bağlantılı bilgiler not edilmelidir çünkü dökümantasyondan sonuca götürücü bilgiler elde edilir. Taşıyıcılar kapatılıp mühürlendikten sonra buzdolabında saklanıp, mümkün olduğunca çabuk laboratuvara ulaştırılmalıdır(Güney., 1998) ( Wright.,1998).


2.5. Biyolojik Örneklerin İncelenmesi

2.5.1. Kan Lekesi
Giysiler veya çeşitli eşyalar üzerinde kan lekesi izlenimini veren lekeler görüldüğü zaman yapılacak incelemeler sırasıyla şöyle olmalıdır.
Lekenin kan lekesi olup olmadığı araştırılır.

A) İhtimali Reaktifler
Benzidin
Fenolftalein
Loko Malaşit Yeşili
H2O2 Deneyi
Kimyasal löminisens deneyi

B) Kati reaktifler (Kan kristalleri)
Teichmen-Hemin Kristalleri
Aseton Hemin Kristalleri
Hemokromojen Kristalleri ( Oustinof, Sarda ve Derrien
Strzyzozowski, Takayama )

C) Spektroskopik inceleme

2) Kan lekesinin insana ait olup olmadığı araştırılır.
A) Sitolojik yöntemler
Eğer kan örneği taze ve sıvı halde ise bir dereceye kadar fikir sahibi olunabilir. Deve kanı hariç memelilerin eritrositlerinde çekirdek yoktur.Eritrositlerde çekirdek görülmesi durumunda insan kanı olmadığı söylenebilir.

B) İmmünolojik yöntemler
Presipitan serumlar kullanılır.
Tüp testi
Kapiller test
Agar-jel difüzyon test
Antiglobulin immün test yöntemlerinden biri kullanılarak insan-hayvan kanı ayrımı yapılır.
3) Kan lekesinden grup tayini yapılır
Schiff- Holzer aglütinin bağlama testi
Absorbsiyon-Elüsyon Testi
Lattes Testi
kan grubunun belirlenmesi için kullanılabilir.

4) Kanın erkeğe mi, kadına mı ait olduğu araştırılır.
Kan kadına ait ise ve örnek hemoliz olmamışsa nötrofil lökositlerin çekirdeklerinde Drumstick cisimcikleri görülür.

5) Kanamanın kaynağı araştırılır.
Menstrüasyon, düşük veya doğum kanı, deflorasyon kanaması ve genital kanamaların ayrımı yapılır (Tunalı., 1995).

2.5.2. Meni Lekesi

Tecavüz suçlarında belirlenmesi büyük önem taşıyan delillerdir. Miktarın fazla olması durumunda teşhisinde zorluk yoktur, az miktarda olduğu durumlarda tükrük lekesi ne benzer. Bu durumda Asit Fosfataz testi ile ayrımı yapılır.
Hassas olmamakla beraber Florence ve Puran reaktiflerinin kullanılması ile oluşan kristaller meni lekesi için spesifiktir.
Ancak en basit ve en iyi yöntem mikroskopik tanımlamadır. Bu amaçla kullanılan boyama teknikleri şunlardır.
Corin – Stockis Yöntemi
Balcchi Yöntemi
2.5.3. Mekonyum Lekesi

Mekonyum, çocuğun doğumundan sonraki 6-8 saat sonra boşalmaya başlayan barsak muhteviyatıdır. İçerdiği biliverdin nedeniyle oluşan koyu yeşil-siyah rengi tanınmasını kolaylaştırmakla birlikte şüpheli durumlarda Dastre Testi uygulanır.

2.5.4.Gaita lekesi

Sterkobilin testi ile teşhisi her zaman mümkün olmadığından en iyi yöntem agar kültüründe E.coli ve E.aerogenes kolonilerinin görülmesidir (Tunalı., 1995).


2.5.5. Tükrük Lekesi

Tükrük lekeleri, kenarları düzensiz, sarımtrak veya grimtrak renkte lekelerdir. Mikroskobik incelenmesinde ağız epitel hücreleri ve mukus görülür. Tükrük lekeleri demir klorür ve hidroklorik asit ile karıştırıldığında kırmızı renk verdiği görülmüştür. Ultraviole ışığında parlak renkte floresans verirlerse de bu teşhis için değil, lekenin yoğun olarak bulunduğu yerleri göstermesi bakımından önemlidir. Kandaki hemoglobin gibi , görünümünü tipik hale getiren bir işaretleyicisi olmaması tükrüğün en önemli dezavantajıdır. Tükrük ve meni lekesi birbirine benzer ancak 1964 yılında geliştirilen asit fosfataz testi meninin ayrımını yaparak bu sorunu çözmüştür (Moenssens ve ark., 1995).

2.5.5.1. Tükrük Salgısının Özellikleri ve Fonksiyonları

Tükrük, ağız çevresine yerleşmiş bezler tarafından salgılanan ve bu bezlerin kanallarıyla ağız boşluğuna akıtılan farklı salgıların bir karışımıdır. Uyaranın çeşidine, kuvvetine, uyarım sırasında bezin durumuna bağlı olarak bileşimi değişiklik göstermekle birlikte genel olarak % 95 su, % 5 çeşitli organik ve inorganik maddelerden oluşur., ağızdaki aftlar, bazı kokular tükrük miktarını refleks yolla arttırırken, heyecan, korku gibi ruhsal durumlar azaltır (Akgün., 1975).

Tükrüğün mikroskopik incelenmesinde epitel hücreleri, saprofit mikroplar, bazı cins mantarlar, lökositler ve tükrük cisimcikleri denilen 9-10 mikron büyüklüğünde nükleuslu yuvarlak hücreler görülür. normalde gayet az miktarda (0,25mgr) olan üre miktarı üremide artar. Şeker hastalığında salyada glukoz bulunur. Renksiz, kokusuz, opak, kandan daha kıvamlı bir maddedir. PH sı ortalama 7,4-6,2 dir. İlk alındığında erimiş halde bulunan CO2 nedeniyle hafif asit reaksiyondadır. CO2 uçunca reaksiyonu alkalik olur. Otla beslenenlerde daima alkalidir (Guyton., 1986).
Tükrük salgısı miktarını etkileyen çeşitli faktörler vardır. Günlük miktarı 400-1400ml. arasındadır. İştah derecesi, ruhsal faktörler, çiğneme süresi, iklim gibi etkenler miktarı değiştirir. Yemek zamanlarında artar, uykuda azalır. Tükrük miktarı civa zehirlenmeleri, barsak parazitleri, mide bulantıları olması durumunda artarken, atropin zehirlenmelerinde, ishallerde, ateşli hastalıklarda, aşırı terlemede, diyabette azalır. Bazı acı ve ekşi yiyecekler, diş çekimi, ağızdaki aftlar, bazı kokular tükrük miktarını refleks yolla arttırırken, heyecan, korku gibi ruhsal durumlar azaltır( Akgün.,1975)

Tükrüğün çeşitli fonksiyonları vardır.

Pityalin veya nişastaya (amilum) etkisinden dolayı amilaz denen en önemli fermenti sayesinde, ağıza alınan gıda içinde bulunan nişastayı parçalayarak sindirimde önemli rol oynar.

Ağıza alınan besinleri ıslatıp birbirine yapışmasını sağlar; kaygan hale getirir; böylece lokmanın yutulması kolaylaşır.

Besinlerin tadını alabilmemiz için suda erimiş olmaları gerekir. Tükrük besinleri suda erir hale getirerek dildeki tat reseptörlerini uyararak tat almamızı sağlar.

Bedenin su regülasyonunda rolü vardır. Su gereksinimi arttığında ağız kurur, tükrük azalır. Kanın su miktarı artınca tükrük miktarı da artar.

Konuşma fonksiyonunun yerine getirilmesinde de rolü vardır. Fazla konuşmada suyun buharlaşmasıyla ağız kurur ve konuşma zorlaşır.

Tükrük hafif antiseptiktir. Ağız yaralarının kısa zamanda iyileşmesinin, hayvanların yaralarını yalayarak iyi etmelerinin nedeni budur.

Ağızın ve diş diplerinin temizliğini sağlar. Ateşli hastalıklarda tükrük sekresyonu azaldığından bakteri
sayısı artar, dilde pas oluşur. Karbonhidratların fermentasyonu ile oluşan asit dişlerin çürümesine neden olur.

Bu fonksiyonlarının yanısıra adli tıp açısından da önemlidir. Tükrük ve tükrük lekelerinden kimlik belirlenmesinde yararlanılır (Akgün., 1975) (Özer., 1975).


2.5.5.2. Adli Tıpta Tükrük Lekelerinin Önemi

Adli tıpta tükrük lekeleri kimlik belirlenmesinde önemlidir. Birçok adli olayda suçlunun veya mağdurun üzerinde, olay yerinde bulunan sigara izmariti, çiğnenmiş çiklet, kullanılmış bardak kenarında, bir kürdanın ucunda tükrük lekesi bulunabilir. Aynı şekilde, adam kaçırma, tehdit, şantaj mektupları veya bombalı mektuplarda zarfın yapışkan yerinde ve pulun arkasında bulunan tükrük lekeleri kimliklerin belirlenmesi ve suçun ortaya çıkarılması yönünden önem taşıyan delillerdir(Gallati ve Neeser., 1996). Cinsel suçlarda vücudun özellikle dudak, boyun, meme gibi kısımlarında ve bu bölgelerdeki ısırık izlerinde saldırgana ait tükrük örneği bulunur ( Oz ve ark., 1999). İnsan ısırık izi, iki kişinin şiddet içeren bir temasta bulunduklarının delilidir (Wright.,1998). Ancak, birçok ölüm olayının araştırmasında cesette ısırık izi bulunması şiddeti düşündürmekle birlikte her zaman şiddet, cinsel amaçlı şiddet veya cinayeti göstermez. Örneğin bir vakada, arabada bulunan bir erkek cesedinde sol bilek ve önkolda ısırık izleri sağ elin tersinde sıyrık izleri önce cinayet ihtimalini düşündürmüş, ancak ısırık izinden alınan swabdan yapılan amilaz, kan grubu ve diş kalıbı benzerlik çalışmaları sonucu kişinin kendi kendisini ısırdığı anlaşılmıştır. Otopside koroner arterdeki incelemeler kişinin myokard enfarktüsü geçirdiğini ve çektiği yoğun ağrı nedeniyle kolunu ve bileğini ısırdığını ortaya çıkarmıştır (Warnick ve ark.,1987). Dişler, saldırı sırasında bir saldırı silahı olarak kullanılabileceği gibi, kendini korumak amacıyla da kullanılabilir. İnsan derisi üzerindeki ısırık izinin görünümü, dişlerle uygulanan kuvvetin derecesi, ısırığın olduğu zaman, ısırılan doku tipi ile bağlantılıdır. Bu bir fiziksel delil olarak değerlendiriliyorsa da birçok uzman, derinin elastik ve bozulabilir yapısının dişlerin gerçek yapısını göstermeyebileceğini düşünmektedir (Sweet ve Shutler., 1999). Bu nedenle ısırık izindeki tükrük çok önemli bir alternatif analiz kaynağı olarak değer kazanmaktadır. Yine kimlik belirlemede delil olarak değerlendirilebilecek bir başka kaynak yüz maskeleridir. Özellikle soygun olaylarında kullanılan ve bazen suç mahallinin yakınlarında bulunan yüz maskelerinin belirli yerlerinde tükrük örneği bulunur (Schneider ve Neuhuber., 1996).

Biyolojik sıvıları ve bunların lekelerini toplamada kullanılan birkaç yöntem vardır. Bunlardan biri, her tür yüzeydeki ıslak veya kuru lekeleri toplamak için en çok tercih edilen distile suyla nemlendirilmiş gazlı bez veya swablardır. Burada önemli olan, gazlı bez veya swabın büyüklüğünün örneğin büyüklüğü ve yoğunluğuna uygun olması ve leke toplandıktan sonra her türlü temastan kaçınarak kurumaya bırakılmasıdır. Diğer bir yöntem, tükrük içeren giysinin içine ve dışına kağıt katmanları yayıp taşınmasıdır (Güney.,1998). Isırık izleri için önerilen bir başka yöntemde yaklaşık 1 cm2 lik sigara kağıdı gibi ince kağıt kullanılması önerilmektedir. El değmeden, pensle tutulan kağıt işlemden hemen önce distile suyla nemlendirilir ve izin üzerine yerleştirilir. Kağıdın her iki yüzü kullanılarak materyalin iyice yayılması sağlanır. Sonra kağıt temiz bir cam parçasına, lama, bir şişenin dış yüzeyine bırakılıp kurutulur. Kontaminasyon olmaması için kapalı bir kabın iç yüzeyi tercih edilmelidir. Önemli bir nokta swabların uzun süre nemli kalmamasıdır çünkü nem grup antijenlerini bozmaktadır. Isırık izi dışındaki bölgeden de kontrol için ayrı bir kağıda swab alınmalıdır. Kurban ölüyse daha büyük bir kağıt kullanılmalı, yaşıyorsa kontrol için sıvı tükrük örneği alınmalıdır. Kontrol kağıtları, örnek içerenlerden ayrılabilmesi için farklı şekilerde kesilmelidir.
Bu yöntem vücut dışındaki, örneğin gıda maddeleri üzerindeki ısırık izleri için de uygundur.


2.5.5.3. Tükrük Lekelerini Belirleme Yöntemleri

Lekenin tükrük lekesi olduğunu belirleme kullanılan dört bileşen vardır.

Bukkal epitelyal hücreler.
Enzimler (Amilaz, alkalen fosfataz) veya lizozim gibi spesifik aktivitesi olan proteinler.
Non-enzimik proteinler- mukoproteinler.
4) İnorganik bileşenler (nitrit ve tiosiyanat) (Baxter ve Rees., 1975).


Histolojik araştırmalarda kullanılan smearler;
a) Boyanmamış, yaş veya kuru,
b) Alkolle fiksasyondan sonra % 0,1 lik iyotla boyanmış,
c) Asit veya baz boyalarla boyanmış olabilir.

Asit veya baz boyalarla yapılan boyama, bukkal epitelde bulunmayan glikojen birikimlerini göstererek diğer epitellerle bukkal hücrelerin ayırımını sağlar. Hazır ticari preparatlarda da nişasta polimerleri ile lekenin etkileşimi sonucu, iki saat sonra gözle rahatlıkla görülebilen temiz bölgeler kalırken, diğer vücut sıvılarında 12 saat sonra bile böyle bir görünüm olmamaktadır. Nükleuslu hücrelerde uygun boyama yöntemi ile Barr cisimcikleri ve floresans Y kromozomları belirlenebilir.

Tükrük lekelerinin ayrımı için yapılmış fazla çalışma olmamakla beraber, üzerinde en fazla durulan belirleyici bir test, tükrükteki yüksek amilaz aktivitesini gösteren testtir.
Nişasta hidrolizine dayalı iki yöntem vardır.
1 )Hidrolize olmamış nişasta aranması
2 )Substrat hidrolizi sonucu oluşan ürünlerin aranması

Hidrolize olmamış nişastanın aranması yöntemi, tükrükteki amilazın varlığını göstermeye dayanır. Belirli dilüsyonlardaki leke ekstraktına iyot çözeltisi eklenmesiyle karakteristik nişasta-iyot reaksiyonu rengi olan mavi renk gözlenir. Normal tükrük lekelerinde 1/64, bazen 1/128 dilüsyonlarda tam nişasta hidrolizi olur. Kaynatılan ekstraktlarda ısı enzimi inaktive edeceğinden tam hidrolize olmaz. Uygun kontrol işlemi yapılmazsa, kontaminasyon yapan non-spesifik, enzimatik olmayan bazı maddeler 1/8 dilüsyona kadar yanlış pozitifliğe yol açabilirler. Tükrük lekesi ekstraktı sulandırımlarının, bir damla % 1 lik nişasta solüsyonu ile birlikte 37 °C de bir saat inkübasyonundan sonra iyot eklenmesiyle görülen mavi rengin açık veya koyu olması nişastanın hidrolize olma derecesini gösterir.
( Willott., 1994) (Tablo 1)

Tablo 1. Sulandırılmış tükrük lekesi ekstraktının 37 °C’de % 1 lik nişasta solüsyonu ile verdiği renk değişim reaksiyonu

Ekstrakt Dilüsyonları ½ ¼ 1/8 1/16 1/32 1/64 1/128 1/256
LEKE kaynatılmamış - - - - - - +/- +
kaynatılmış - + + + + + + +
KONTROL kaynatılmamış - - +/- + + + + +
kaynatılmış - - + + + + + +
+= koyu mavi renk; +/- = zayıf mavi renk; - = mavi renk yok


Bu yöntem, kontamine olmamış lekelerde tükrüğü belirlemek için uygun olmakla birlikte karışık lekelerde tükrüğün ayrımını yapmada yeterince duyarlı ve etkili değildir. Karışık lekelerde nişasta iyot reaksiyonu diğer bileşenlerden etkilenir çünkü kandaki protein veya menideki kolin iyota bağlanmak için nişastayla yarışır (Willott., 1994).

Tükrük lekelerinde amilaz aktivitesini belirlemek için substrat hidrolizi ürünlerinin araştırılması yöntemi, tükrük lekeleri ve diğer vücut sıvılarıyla karışmış tükrük lekelerinin aranmasında daha duyarlıdır. İnsolubl amilaz ve boya kompleksinden oluşan substratın (Amylose Azure) hidrolizi sonucu yaklaşık 1/1000 dilüsyona kadar mavi boya açığa çıkmaktadır. Diğer yöntemde bir saat olan inkübasyon süresi bu testte 40 dakikadır, ayrıca 37 °C de değil daha yüksek ısıda (56 °C) iyi sonuç vermektedir. Bu yöntemde, sadece içindeki tükrük oranı 1/4 den az olan lekelerde sorun çıkmaktadır. Bu durumda bilinmeyen leke içeren materyalden daha büyük örnekle çalışmak sorunu halledebilir. Bu yöntem kullanılarak tükrük, serum, meni, idrar ve sebze ekstraktları gibi amilaz kaynağı olabilecek çeşitli materyaller incelenmiş ve tükrük içeren lekelerde amilaz aktivitesi belirlenirken diğer lekelerin hiçbirinde bu aktivite görülmemiştir ( Tablo 2) (Baxter ve Rees., 1975).

Amilaz, primatlar, domuzlar, filler ve bazı kemirgenler ile insan tükrüğünde yüksek konsantrasyonda bulunan bir enzimdir. Tükrükte ve menide bulunur; ancak tükrükteki amilaz düzeyi daima menideki düzeyden daha fazladır. Bu nedenle adli bilimlerde bir lekede yüksek konsantrasyonda amilaz belirlenmesi lekenin tükrük lekesi olduğunun ilk ve önemli delilidir. Tükrük lekesinin feçes, insan sütü, vajinal materyalle yüksek düzeyde kontamine olduğu durumlar dışında, yaklaşık 3 mm2 lik bir leke örneğinde 0,02 µ’dan yüksek amilaz düzeyi lekenin tükrük lekesi olduğunun kuvvetli bir göstergesidir.

Sıvı meni örneğinde bazen amilaz düzeyi normalin üstünde çıkabilir, ancak bu durumda bile aynı miktar sıvı tükrük örneği ile karşılaştırıldığında tükrükteki amilaz düzeyi yaklaşık 1000 kat fazla çıkacaktır. 119 günlük tükrük lekesindeki amilaz düzeyi bir günlük meni lekesindeki düzeyin dört katıdır (Auvdel.,1986) (Schiff., 1978).

Amilaz düzeyini ölçmek için standart amilaz kitleri kullanılarak kantitatif ölçüm yapılabilmektedir.

Tükrüğün mikroskopik incelenmesinde epitel hücreleri, saprofit mikroplar, bazı cins mantarlar, lökositler ve tükrük
cisimcikleri denilen 9-10 mikron büyüklüğünde nükleuslu yuvarlak hücreler görülür.

Kumaş üzerindeki lekenin tükrük lekesi olup olmadığını anlamak için uygulayabileceğimiz basit bir yöntemin esası, tükrük içindeki Amilazın bir polisakkarit olan nişastayı monosakkarit olan dekstroza çevirmesine dayanmaktadır. Bu yöntemde, nişasta çözeltisine batırılan leke örneğinin üzerine lugol eriyiği eklendiğinde mavi renk oluşursa lekenin tükrük lekesi olmadığı anlaşılır. Eğer leke tükrük lekesi ise, amilaz nişastayı parçalayacağından nişasta sonradan eklenen lugol ile reaksiyon vermeyecek ve mavi renk oluşmayacaktır.

Pul, zarf gibi kağıt örneklere uygulayabileceğimiz askorbik asit testinde ise, kaynatılan leke ekstraktı üzerine % 1 lik 2, 3, 5-Triphenyltetrazoliumklorid ve 0,5 N NaOH eklendiğinde leke tükrük lekesi ise birkaç dakika içinde kırmızı veya kırmızı viole rengi oluşumu gözlenmesi durumunda lekenin tükrük lekesi olduğu anlaşılır (Tunalı., 1995).

Amilaz, tükrük lekesinde yaklaşık altı ay stabil kalan bir enzimdir. Kumaş üzerindeki eski tükrük lekelerinde amilaz aktivitesinin 7,5 ay boyunca %100; 28 aylık lekelerde % 10 oranında korunduğu belirlenmiştir (Baxter ve Rees., 1975).











Tablo 2. Amilaz Azur yöntemi kullanılarak 100 adet içeriği bilinmeyen lekede amilaz aktivitesi araştırma sonuçları (Baxter ve Rees.,1975)
0=Gözle görülemeyen substrat hidrolizi, renk değişimi yok
1= Gözle görülemeyen substrat hidrolizi, soluk mavi görünüm
2= Gözle görülemeyen substrat hidrolizi, mavi görünüm
3= Tam olmayan substrat hidrolizi, yoğun mavi görünüm
4= Tam substrat hidrolizi, yoğun mavi görünüm

Tükrükte grup antijenleri bulunma özelliği diğer biyolojik sıvılara oranla daha kuvvetlidir. Putkonen’in yaptığı araştırmada biyolojik sıvıların belirli dilüsyonlarıyla çalışılmış, özellikle tükrük ve meni lekelerinin yüksek dilüsyonlarında dahi pozitif sonuç alınmıştır (Öztürel., 1971). (Tablo 3)

Tablo 3. Biyolojik sıvılarda grup tayini yapılabilen dilüsyon oranları
Biyolojik sıvı Dilüsyon
Tükrük 128 – 1024
Meni 128 – 1024
Amniyon sıvısı 64 - 256
Kan 8 - 32
Gözyaşı 2 - 8
İdrar 2 - 4
Belsuyu 0


2.6. Genetik Polimorfizm ve Bireysel Özgünlük

Kan, tükrük, meni gibi vücut sıvıları ve bunların lekelerinin incelenmesi için kullanılan serolojik yöntemlerin amacı, bazı genetik özellikleri belirleyerek bu lekeleri bireyselleştirmektir. Lekenin türü belirlendikten sonra bu biyolojik materyalin insana ait olup olmadığı, insana ait ise kişinin kadın veya erkek olması gibi özelliklerinden başka bazı genetik özellikleri de belirlenebilir. Analitik tekniklerin izin verdiği ölçüde kesin doğruya ulaşmak ve olayla kişiler arasındaki ilişkiyi açıklayabilmek için bireysel ayrımın yapılması şarttır.

Biyolojik materyallerin incelenmesiyle belirlenen bireysel özgünlüğün temeli genetik polimorfizme dayanır. Polimorfizm, aynı lokusta bulunan fakat birbirinden ayrılabilen genlerin birden çok ve farklı fenotip oluşturması durumudur. Populasyon ve aile araştırmalarında, genetik bağlantı analizlerinde, kromozom haritaları yapımında, kanser, koroner kalp hastalıkları, diabet gibi hastalıklarla ilgili olarak yüksek ve düşük risk taşıyan kişileri belirlemede, doku ve organ transplantasyonunda donör - alıcı arasındaki genetik uygunluğun araştırılmasında ve özellikle adli tıpta polimorfik özelliklerden geniş olarak faydalanılır (Özçelik.,1996). ABO, MNS kan grupları, serum proteinleri genetik polimorfizme örnek olarak verilebilir. Her biri diğerinden bağımsız olan ve Mendeliyen kalıtım gösteren bu özelliklerin görülme sıklığı her toplum için belirli orandadır ancak toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. Örneğin B kan grubu Moğollarda çok yüksek oranda görülürken batıya doğru giderek azalmakta, Avrupa’da en düşük düzeyine ulaşmaktadır. Birbirine yakın ülkelerde kan gruplarının dağılım oranları yakın olmakla birlikte ırklar ayrı ise benzerlik daha az olmaktadır. Türkiye ve yakın çevresindeki bazı toplumlarda kan gruplarının dağılımları bu durumu doğrulamaktadır ( Tablo 4 ) ( Başaran., 1996).
Tablo.4. ABO kan gruplarının değişik toplumlardaki dağılımı (%). (Başaran., 1996)

Kan grupları
A B AB O
Türkiye 43.88 16.00 7,98 32,14
Kıbrıs Türkleri 46.70 15.48 5.91 31,34
Yunanlılar 38.64 13.06 4.81 43.48
Iraklılar 44,20 15.80 3.40 36.60
İranlılar (Şiraz) 28.42 23.65 6.68 41.40
Orta Avrupa 42,47 14,14 6,57 36,82



Antropolojide ırkların ayrımında kullanılan bir kriter olmasından başka, kan grupları, tıpta özellikle transfüzyon ve transplantasyon uygulamalarında temel öneme sahiptir.
Adli tıpta, kriminal araştırmalarda kimlik belirlemede ve babalığın dışlanmasında kullanılan en önemli genetik özelliklerdir.

İlk olarak 1900 yılında Karl Landsteiner tarafından ortaya çıkarılan kan gruplarından sonra çok sayıda polimorfik özellik belirlenmiştir. Bu özelliklerin adli bilimler alanında kullanılması 1904 yılından itibaren olmuştur. Bu tarihten sonra bulunan Rh sistemleri, ABO dışındaki kan grupları, HLA doku uygunluk antijenleri gibi antijen antikor reaksiyonları veya protein ve izoenzim farklılıkları bireysel ayrım amacıyla kullanılmaktadır (LEE ve ark., 1994).

TANIMLAMA Örnek analizi Yorum
AYIRT ETME Örnek belirlenmesi

BİREYSELLEŞTİRME
Genetik işaret seçimi



Eritrosit İzoenzim Serum HLA DNA
antijenleri Proteinleri Nüklear DNA
Mt-DNA
ABO PGM GM/KM
Rh AK HP
MNs ESD GC
Kell GLO TF
Duffy ADA
Lewis ACP
Genetik Olmayan İşaretlerle Belirlenim

Yaş Menstrüal Orijin Cinsiyet

Şekil-1. Kan lekelerinin bireyselleştirilmesindeki yaklaşımlar (Lee., 1998 modifiye edilerek alınmıştır).

Tabloda gösterilen polimorfik özelliklere bakılarak bireylerin benzerlikleri ve farklılıkları ortaya çıkarılmasıyla toplumların genetik yapıları belirlenebilir (Perçin ve ark.,1994). Eritrosit enzimleri ve serum proteinleri genetik kanıt olduklarından nesep tayinlerinde ve diğer adli vakalarda yalnız başına veya birlikte kullanılmaktadırlar
(Atlıoğlu ve ark., 1994). Ucuz ve hızlı teknikler olmaları nedeniyle ilk adım olmaları önerilmektedir. Bu testlerdeki uyumsuzluklar DNA gibi pahalı yöntemlerin kullanılmasını gereksiz kılabilmektedir (Walker.,1992). Ancak Adli Tıp Kurumu 2001 tarihli bir yayınında nesep tayini ile ilgili olarak alyuvar enzim ve serum protein sistemleri (ADA,PGM,GLO,EAP,AK,GC…) ile HLA tiplemelerini ve DNA tiplemelerini içeren raporların gerekliliğini belirtmektedir
(ATK Yayınları., 2001).

1985 yılından itibaren geliştirilen çeşitli yöntemlerle DNA testi genetik tanımlamada çok güvenilir araç olmuştur. Nitekim örneğin nesep tayininde, eritrosit antijenleri, serum proteinleri ve eritrosit enzimlerinin kullanımıyla % 93; HLA’ nın da kullanımıyla % 99 olan dışlama oranı DNA testi kullanımıyla % 99,99 olmaktadır. Birbiri ile ilişkisiz iki bireyin aynı baz dizinlerine sahip olma durumu milyonlarca milyarda birdir. Sadece tek yumurta ikizlerinde dizilim aynıdır. Bu yüksek düzeydeki “kişiye özgünlük” oranı tecavüz, cinayet gibi kriminal olaylarda suçlunun bulunmasında, analık veya babalığı dışlama davalarını çözümlemede, uçak kazalarında veya bunun gibi çok sayıda insanın öldüğü felaketlerde, savaşlarda arta kalan insan parçalarının karşılaştırılmasında ve kimlik belirlenmesinde son derece güvenilir sonuçlar alınmasını sağlamaktadır (Knight.,1991) ( Sensabaugh., 1986) .

Biyolojik delilleri inceleyerek kriminal bir olayı aydınlatmak veya bilimsel olarak genetik bağlantıları ortaya çıkarmak mümkündür. Ancak, kan dışındaki vücut sıvıları veya diğer biyolojik örneklerden bu sonuçlara ulaşabilmek için kişinin sekretörlük denilen genetik bir özelliğe sahip olması gereklidir .

2.7. SEKRETÖRLÜK

Savaşlarda ve adli yaralanmalarda kan kaybından ölümün önüne geçmek amacıyla hayvanlardan insana ve insandan insana kan aktarımının çoğu zaman trajik sonuçlanması bu konuda daha çok çalışma yapılmasını sağlamıştır. 1875 yılında tüpte, insan ve hayvan kanı karıştırıldığında aglütinasyon ve hemolizin gözlenmesi, hayvanlardan insana kan naklinin imkansızlığını, insandan insana naklin de rastgele olamayacağını göstermiştir (Ekmen.,1965).

Kan grupları kavramı ilk kez 1900 yılında Karl Landsteiner tarafından açıklanmıştır. Landsteiner, farklı insanlardan aldığı kan örneklerinin serum ve eritrositlerini ayırmış ve eritrositlerin üzerindeki antijene karşı serumun özel bir antikor içermesi durumunda aglütinasyon olduğunu gözlemlemiştir. Serum ve eritrositlerin bu özelliklerine dayanarak insanları kan gruplarına göre A, B, AB ve O olmak üzere dört gruba ayırmıştır. Landsteiner ve Lewis 1926 yılında grup farklılıklarını belirleyen antijenleri spermde de belirleyince bu maddelerin diğer vücut sıvılarında da olabileceği düşünülmüştür. 1927 yılında Yamakama, Witesbsky ve Okabe, bu sıvıların da grup özelliği veren maddeleri taşıdığını belirlemişlerdir. Ancak kan dışındaki vücut sıvılarından grup tayini ancak kişi sekretör ise mümkün olabilmektedir (Tunalı ve ark., 1986).

Sekretör kavramı 1930 yılında H. Lehrs tarafından bulunan bir başka polimorfik özelliktir. Bu özelliği 19. kromozomda bulunan sekretör genler belirler. Bazı insanların kan grubu antijenleri suda eriyebilir türdendir ve diğer vücut sıvılarında da görülürler. Bu özelliği taşıyanlara sekretör (salgılayan) denir. ABO antijenlerini yalnızca eritrositlerinde taşıyan ve vücut sıvılarından kan grupları belirlenemeyenlere non-sekretör (salgılamayan) denir. Sekretör/non-sekretör durumu başka bir genetik sistem olup ABO genlerinden ayrı bir gen çiftiyle belirlenir. Bireyler arasında bu farkı oluşturan, Se geni ve bunun resesif alleli se’ dir. Resesif gen homozigot olduğu zaman (sese) non sekretör özellik ortaya çıkmaktadır (Başaran.,1996). Sekretörlük Mendeliyen kalıtımla aktarılır.Non-sekretör ebeveynin sekretör çocuğu olamayacağı için özellikle babalık tayinlerinde güvenilir bir kriterdir(Bilgehan.,1994).

Sekretör özelliği ile Lewis kan grubu antijenleri arasında bir bağlantı vardır. Le (a+) kişilerin ABO maddeleri için non-sekretör olduklarını belirlenmiştir ve daha sonraki çalışmalarla Le (a) ve Le (b) antijenlerine göre yetişkinlerin sekretörlük özelliği yönünden ayrımı yapılmıştır. Buna göre fenotipi Le (a+b-) olanlar ABO sisteminde non-sekretör; Le (a-b+) olanlar sekretör ve Le (a-b-) olanlar her zaman değil ama genellikle sekretördürler (Race ve Sanger., 1968). Bazen Le (a+b+) fenotipe yenidoğanda rastlanır ancak sonradan Le (a-b+) şeklinde değişime uğrar (Sallee ve ark.,1984) (Tablo 5).

Tablo 5. Lewis, ABO ve Sekretör sistemi (Sallee ve ark.,1984)
Lewis ve Sekretör Eritrosit
Genotipi Fenotipi ABO %

LeLe sese le (a+b-) (non-sekretör) 26
Lele sese

LeLe SeSe Le (a-b+) ( sekretör ) 69
Lele SeSe
LeLe Sese
Lele Sese

lele SeSe Le (a-b- ) ( sekretör ) 5
lele Sese
lele sese

Beyazlarda en çok Le ( a+b-) (%26) ve Le ( a-b+) (% 69) fenotipleri görülür. Le (a-b-) fenotipi ise Batı Afrika yerlileri arasında yaygındır (%5). Ülkemizde, Tunalı ve arkadaşlarının 1986 yılında 200 kişiden alınan kan örnekleriyle yaptıkları, kan gruplarının dağılımı ve sekretörlük oranı ile ilgili araştırmada, sekretörlük oranı % 72,50; non-sekretörlük oranı % 27,50 bulunmuştur (Tablo 6).

Tablo 6. Anti Le a serumu ile bulunan sekretörlük oranı

Kan grubu Adet % Sekretör % Nonsekretör %

A 83 41,50 61 73,50 22 26,50
B 38 19 29 76,32 9 23,68
AB 12 6 5 41,67 7 58,33
O 67 33,50 50 74,63 17 25,37

Toplam 200 100 145 72,50 55 27,50


Sekretörlük özelliğinin, yaşla, cinsiyetle, etnik orijinle ilişkisi araştırılmış ve bir bağlantı olmadığı anlaşılmıştır. Alkoliklerde, parotid gland hücre proliferasyonunun artması nedeniyle O, B, AB grubu non-sekretörlerde ve A grubu sekretörlerin tükrüklerinde monoklonal antikor artışı belirlenmiştir (Feizi ve ark.,1991).
3. GEREÇLER VE YÖNTEM


3.1. Gereçler

Anti A B serumu
Lewis anti serumu
A ve B grubu kan örnekleri
Serum fizyolojik
Santrifüj
Schiff Tüpleri
Santrifüj tüpleri
Lam
Lamel
Mikroskop

3.2. Örneklerin alınması

Bu çalışmada, kan grupları A (2), B (2), AB (2), O (2) olan sekiz kişinin; kumaş, mektup zarfı ve sigara izmariti üzerindeki tükrük örnekleri kullanıldı .

Tükrük örnekleri ile birlikte kan da alınarak Lewis anti serumu ile sekretör olup olmadıkları araştırıldı. Kan grubu AB olan iki kişiden birinin sekretör olmadığı belirlenince, aynı gruptan sekretör olduğu belirlenen bir başka kişiden tükrük örneği alındı.
Örnekler alınmadan önce, petri kutularının altına örneği verecek kişinin adı ve tarih yazıldı.

Temiz petri kutuları içine yaklaşık 5cmx5cm büyüklüğünde beyaz kumaş parçaları pensle tutarak yerleştirildi. Üzerine, kan grupları bilinen ve Lewis antijeni yönünden de araştırılarak sekretör oldukları belirlenen 8 kişinin tükrük örnekleri alındı. Yine pens yardımıyla kumaş bir köşesinden tutulup tükrüğün yoğun olduğu yere bastırılarak kumaşın her yerine yayılması sağlandı. Petrilerin ağızları kapatılmadan, örneklerin kurumaları için oda sıcaklığında 48 saat bekletildi.

Aynı kişilerin içtikleri sigaraların izmaritlerinden beşer adet alındı. Her kişiye ait beş adet izmarit, üzerine isim yazılan kağıt peçetelere kondu ve üzerleri kapatılmadan, güneş ışığı almayan bir ortamda kurumaları için 48 saat oda ısısında bekletildi.

Ayrıca, mektup zarflarının yapışkan kısmı yalatılarak da tükrük örneği alındı. Zarfların üzerine isim ve tarih yazıldı. Zarflar kapatılmadan, tükrüğün kuruması için oda ısısında 48 saat bekletildi.


3.3. Yöntem

Kuruyan örneklerden Schiff Holzer’ in Absorbsiyon Yöntemi ile grup tayini yapılmıştır. Bu yöntemin esası, leke ve antiserumlar bir araya getirildiğinde lekelerdeki antijenlerin, antiserumlardaki antikorlarla birleşerek absorbe olması ve bunun sonucunda aglütinasyon oluşturma yeteneklerinin azalmasına dayanmaktadır (Ponsold.,1967). Bu yöntemle grup tayini ayda bir kez olmak üzere 20 ay sürdürülmüştür. Her çalışmada leke içermeyen kontrol materyali ile karşılaştırma yapılmıştır.


Schiff-Holzer Aglütinin Bağlama (Absorbsiyon) Testi

Tükrük örnekleri alınıp oda ısısında 48 saat kurutulduktan sonra kumaşa el değmeden, pens ve makas yardımıyla yaklaşık 1 cm2 lik parçalar kesildi. Parçalar, üzerine isim yazılmış Schiff tüplerine kondu.

Her tüpe ikişer damla anti AB serumu konup, tüpler ağızları kapatılarak buzdolabında 24 saat bekletildi.

Her leke için 6 ( A ), 6 ( B) olmak üzere 12 Schiff tüpü porttübe yerleştirildi. Üzerlerine isim ve 1/2 den 1/64 e kadar sulandırım oranları yazıldı.

Bütün tüplere ikişer damla serum fizyolojik konuldu.

A2 ve B2 tüplerine leke ekstraktından ikişer damla damlatıldı. Böylece lekeler 1/2 oranında sulandırılmış oldu.

A2 ve B2 den başlayarak her tüpten diğerine ikişer damla aktarıldı, son tüpten 2 damla dışarı atılarak tüplerdeki miktar eşitlendi.

A ve B grubu kanlardan % 5 lik eritrosit süspansiyonu hazırlamak için iki santrifüj tüpüne 76 şar damla serum fizyolojik kondu.

A ve B grubu kanlar serum fizyolojik ile 3 kez 3000 devirde 3 dakika süreyle santrifüj edilerek yıkandı. Üçüncü yıkamadan sonra üzerindeki berrak sıvı atılıp A grubu eritrositlerden A tüpüne, B grubu eritrositlerden B tüpüne iki damla damlatıldı. Böylece %5 lik eritrosit süspansiyonu hazırlanmış oldu.

Schiff tüplerinden A olanlara birer damla A eritrositlerinden; B tüplerine B eritrositlerinden birer damla damlatıldı. Tüpler oda ısısında 1-1,5 saat bekletildi.

Süre sonunda tüpler 3 dakika süreyle 3000 devirde santrifüj edildi ve aglütinasyona bakıldı. Aglütinasyon dereceleri ( + ) ile ( +++ ) arasında değerlendirildi. Özellikle (+) olanlara mikroskopla bakılarak karar verildi.

Sigara izmariti, sigaranın tütün içeren kısmından kesilerek ayrıldı. Kesilen uçtan pensle tutularak tükrüğün olduğu uçtan yaklaşık 0,5 cm x 0,5 cm boyutlarında parça kesildi. Bu parçalar daha küçük parçalara kesilip Schiff tüplerine kondu ve üzerlerine 2 damla Anti AB serumu eklendi. Tüpler ağızları kapatılarak ekstraksiyon için 24 saat buzdolabında bekletildi.

Mektup zarfının tükrük içeren yapışkan kısmından biraz daha büyük parçalar kesilerek aynı işlemler uygulandı.

Lekenin ekstraksiyonunundan sonra absorbsiyon yönteminin diğer aşamaları, kumaş örneğindeki gibi izmarit ve zarfın üzerindeki lekeler için de uygulandı. 4. BULGULAR








5. TARTIŞMA

Bu çalışmada kumaş, sigara izmariti ve mektup zarfının yapışan yerinde oluşturulan tükrük lekelerindeki ABO kan grup antijenlerinin dayanıklılığı 20 ay süresince gözlenmiştir. Tüm örnekler oda ısısında saklanmıştır nitekim Tunalı ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada (1994), lekelerden kan grubu saptama olasılığı etüv koşullarında 10-15. aylarda % 46,66 oranında, buzdolabı koşullarında 15-20. aylarda %40 oranında azalırken, oda sıcaklığında 20-25. aylarda % 40 azaldığı belirlenmiştir. Çalışmamızda da 20 ay boyunca doğru sonuç alınmakla beraber sigara izmaritinde daha belirgin olmak üzere aglütinasyon azalmıştır.

Tüm biyolojik lekelerde olduğu gibi, tükrük lekelerinde de antijenlerin belirlenebilme süresi önemlidir. Bu nedenle tükrük lekesi taşıyan materyalin veya tükrüğün önemli delil olduğu vakalarda bu delilleri en kısa zamanda değerlendirmek gereklidir. 1990-1993 arasındaki dört yılda 478 tecavüz olgusunda ilk muayenenin, olayın üzerinden altı ay ve daha uzun süre geçtikten sonra yapıldığı ve tüm olguların sadece üçünde vajina materyalinde spermatozoid arandığı, hiçbirinden tükrük örneği için swab alınmadığı belirlenmiştir. Oysa bilindiği gibi özellikle cinsel amaçlı suçlarda vücudun ve giysilerin dikkatle incelenmesi önemlidir (Kırangil.,1994).
Çalışmamızda kumaş üzerindeki tükrük lekelerinde 20 ay boyunca kuvvetli aglütinasyon görülmüştür. Bu sonuç yukarıda belirtildiği gibi ilk muayenenin geç yapıldığı vakalarda giysinin üzerinde bulunabilecek tükrük lekesinin olayın üzerinden yaklaşık iki yıl geçtikten sonra bile değerli bir delil olabileceğini göstermektedir. Aynı gruptaki örneklerin birinde bazen kuvvetli aglütinasyon olurken, diğerinde orta veya zayıf aglütinasyon olmasının sebebi örnekteki antijen azlığı olabilir. Her ne kadar örnekler alınırken, tükrüğün kumaş parçasının her yerine homojen dağılmasına özen gösterilmiş ise de, özellikle kenar kısımlarında daha az tükrük olması mümkündür. Antijen miktarının tükrükten kan grubu tayinini etkileyen faktörlerden biri olduğu belirtilmektedir (Kobilinsky ve Harrington., 1988).

Kan grupları arasında antijenlerin dayanıklılığı yönünden belirgin bir fark gözlenmemiştir. Aynı kan grubundaki iki kişiden alınan örneklerden birinde (++), diğerinde (+++) aglütinasyon görülmesi, ancak bu durumun daha sonraki aylarda düzenli olarak devam etmemesi de örneğin alındığı bölümde antijenin az olmasıyla açıklanabilir.

Kumaş üzerindeki O grubu iki lekeden birinde 13. ayda küflenme olmuştur. Yapılan testte yanlış sonuç alınması üzerine bu örneğe tekrar test uygulanmış, yine yanlış sonuç alınması üzerine örnek çalışmadan çıkarılmıştır. Bu durum kontaminasyonun kan grubu tayinini etkileyen bir faktör olduğunu göstermektedir. Nitekim kontaminasyon absorbsiyon, absobsiyon elüsyon, mixed aglütinasyon ve DNA testleri için en önemli kısıtlayıcı faktör olarak gösterilmektedir ( Harrington ve ark., 1988).

Bazı kriminal olaylarda olay yerinde bulunan tek delil bir sigara izmariti olabilmektedir (Storey., 1995) Sigara izmariti filtresinin çevresindeki kağıt 2cmx2,5cm boyutlarındadır. Tükrük lekeli izmaritin uç kısmında, en fazla bir santimetre uzunluğundaki bölümde tükrük yoğunluğu fazla bulunmaktadır. Kriminal bir olayda, olay yerinde bulunan izmaritten genellikle bir, bazen iki kez örnek alınarak çalışıldığından büyük örnekler alarak çalışmak mümkündür.

Bu çalışma süre ile bağlantılı olduğundan ve bir izmaritten olabildiğince fazla sayıda çalışma yapılması gerektiğinden 0,5cmx0,5cm boyutlarında örneklerle çalışılmıştır. Çalışma süresince doğru sonuç alınması, absorbsiyon testi için bu boyutlarda örneğin yeterli olduğunu ortaya çıkarmıştır. Sigara izmaritindeki tükrük lekesinden grup tayini testi ile 20 ay süresince doğru sonuçlar alınmıştır. Kan grupları arasında antijenik özellik yönünden fark gözlenmemiştir.

Tehdit ve şantaj amaçlı veya bombalı mektuplarda, mektup zarfının yapışkan kısmındaki tükrük örnekleri suçluları belirlemeye yarayan çok önemli delillerdir ( Golden State ED Department., 2000). Çalışmamızda mektup zarflarının yapışkan içeren kısmından alınan parçalarla yapılan çalışmalarda kuvvetli aglütinasyon gözlenmiş ve doğru sonuçlar alınmıştır. Mektup zarflarında tükrük en yoğun olarak genellikle kenar kısımlarda bulunmaktadır(Walsh ve ark., 1992). Aynı kan grubundaki örneklerin aglütinasyon derecelerinin orta ile kuvvetli arasında değişimi, tükrük miktarının her yerde aynı olmamasındandır.

Kumaş ve mektup zarfındaki örneklerden elde edilen sonuçlar arasında belirgin bir fark yoktur. Lekedeki tükrük yoğunluğunun daha az olması ve daha küçük örnekle çalışılması nedeniyle sigara izmaritinde aglütinasyon derecesi kumaş ve zarfa oranla daha zayıf olmuştur.

Çalışmamızda kullandığımız absorbsiyon yönteminin, uygulaması kolay ve aynı zamanda güvenilir bir yöntem olduğu bilinmektedir (Ponsold.,1967). Bu yöntemde lekeli örnek içeren tüplerde 1/8 sulandırımdan itibaren antiserumun aglütinasyon yapma yeteneğinin ortadan kalkması absorbsiyonun oluştuğunun göstergesidir. Dolayısıyla leke hangi grup antijene sahipse o grubun 1/8 sulandırımından itibaren aglütinasyon görülmeyecektir. Ancak A, B, AB grubundaki örnekler için sonuçlar güvenilir olmakla birlikte O grubu için Lattes Testi ile doğrulanması gerekir. O kan grubunda A ve B antijenleri olmadığından leke içermeyen kontrol örneğinde olduğu gibi , sonradan eklenen A ve B grubu eritrositlerdeki antijenlerle aglütinasyon verecektir.

Bilindiği gibi bütün insanların eritrositlerinde kişiden kişiye değişen miktarlarda H maddesi ve bununla ilgili olarak H (O) antijeniyle reaksiyon veren bir antikor vardır.Bu ilişkiye göre O kan grubu anti H serumla en kuvvetli; AıB ise en zayıf reaksiyon verecektir (Şaylı.,1983).

Anlatılan nedenlerle Lattes Testi veya deneyin anti H serumu ile tekrarı durumunda bile absorbsiyon yönteminin O grubu için yeterli ve fazla güvenilir olmadığı söylenebilir.

Bu çalışmada tükrük örneklerini veren kişilerin kan grupları önceden belirlendiği için sonuçları karşılaştırma olanağı bulunmuştur. Ayrıca yeterli miktarda tükrük örneği alındığı için, antijen azlığı nedeniyle ortaya çıkabilecek yalancı negatif sonuçlarla karşılaşılmamıştır. Kriminal bir olayda ise çoğu zaman çok az miktarda örnekle çalışmak gerekmektedir. Bu durumda daha az miktardaki leke örneği ile grup tayini yapmaya olanak sağlayan Absorbsiyon–Elüsyon ve Hücre Karışımı Aglütinasyonu yöntemlerini kullanmak daha uygun olacaktır. Ayrıca özellikle O grubu olduğu belirlenen lekelerde, bu sonuç lekede gerçekten A ve B antijenlerinin olmaması nedeniyle olabileceği gibi, lekenin çok eski olması
veya kokuşma nedeniyle antijenlerin kaybolmasından kaynaklanabilir. Bu durumda da Lattes’ in Antikor Testini uygulayarak kan grubunun gerçekten O olup olmadığını kesinleştirmek gerekir (Tunalı ve ark., 1986).

Kriminal olaylarda olay yerinde tükrük içeren materyalden kan grup antijenlerini bulmak için çeşitli testler olmakla beraber, sonuçları tükrük için geliştirilmiş bağımsız bir yöntemle doğrulatmak mümkün olamamaktadır. Tükrük lekelerinde antikor araştırma tekniklerinin çözüm olabileceği düşünülmektedir ancak bu yöntemlerin de geliştirilmeye ihtiyacı vardır ( Harrington ve ark .,1988).
Günümüzde kriminal alanda DNA araştırmaları ön plana çıkmıştır.Eser miktarda biyolojik örnek ile yüksek doğruluk oranında bireysel tanımlama yapılabilmesi, DNA testlerininin bu tür araştırmalarda tercih edilen yöntemler olmasını sağlamıştır. Ancak bu yöntemlerin uygulanmasında bilgi, beceri ve deneyim çok önemlir. Ayrıca pahalı ve yeni bir teknoloji olması ve kontaminasyonun bu yöntemde de sonuçları olumsuz etkilemesi söz konusudur. DNA polimorfizminin çeşitliliği ve uygulanabilir yöntemlerin çokluğu bir takım problemlere yol açmaktadır. Standardizasyon sağlanmasıyla ilgili çalışmalar Avrupa’ da ve Amerika ‘ da halen devam etmektedir( Gill ve ark., 1997).


6. SONUÇ

Bu çalışmada kumaş, zarf, sigara izmariti üzerinde oluşturulan tükrük lekelerinde grup antijenlerinin dayanıklılığı araştırılmıştır. Bu amaçla A, B , AB ve O kan grubundan kişilerden alınan tükrük örnekleri ayda bir kez absorbsiyon testi uygulanarak 20 ay boyunca bu yönden incelenmiştir. Son aylarda aglütinasyon derecesi azalmakla birlikte bu süre boyunca doğru sonuç alınmıştır. Sonuç olarak absorbsiyon yönteminin bu tür araştırmalarda kullanılabilecek bir yöntem olduğunu söylenebilir. Ancak ABO için bu testin ayrım gücü zayıf olduğundan tereddütlü hallerde sonuçların absorbsiyon elüsyon, mixed aglütinasyon ve özellikle O grubu için Lattes Testi ile doğrulanması gerekmektedir.










7. ÖZET

Tükrük Lekelerindeki ABO Grup Özelliği Taşıyan Antijenlerin Dayanıklılığı

Kriminal olayların çoğunda, olay yerindeki çeşitli materyallerin üzerinde, suçlunun veya mağdurun vücudunda ve giysilerinde biyolojik kaynaklı çeşitli lekeler bulunabilmektedir. Olay yerinde bulunan sigara izmariti, bardak , yiyecek, kürdan, çiğnenmiş çiklet üzerinde veya adam kaçırma , tehdit, şantaj mektupları veya bombalı mektuplarda zarfta ve pulda , soygunlarda kullanılan maskelerde, tecavüz vakalarında mağdurun vücudundaki ısırık izlerinde biyolojik delillerin en önemlilerinden biri olan tükrük veya tükrük lekesi bulunabilmektedir. Kan grubu antijenleri yönünden zengin bir kaynak olması, bu lekeleri kan grubu tayini ile kimlik belirlemede değerli ve güvenilir kılmaktadır.

Kan grubu belirlemek için kullanılan Schiff Holzer’ in Absorbsiyon yöntemi, eğer örnek yeterli miktarda antijen içeriyorsa uygulanması kolay ve ucuz bir yöntemdir. Ancak bu yöntemin tükrük lekelerinin adli bilimlerdeki kullanım değerini kısıtlayan bazı faktörler vardır. Bunların başlıcaları donörün sekretör olup olmaması, lekenin yaşı ve içerdiği antijen miktarı, ısı, nem ve bakteriyal ve fungal kontaminasyondur. Nitekim, bu çalışmada bir örneğin küflenme nedeniyle yanlış sonuç vermesi, kontaminasyonun etkisini açıklamaktadır.

Bu çalışma sonucunda oda ısısında saklanmış tükrük lekelerinden 20 ay süresince kan grubunu belirlemenin mümkün olduğu saptanmıştır. Ancak Absorbsiyon yöntemi A ve B grupları için güvenilir olmakla birlikte AB grubunda lekenin karışık leke mi yoksa gerçekten AB grubu mu olduğunu belirlemek zordur. Sonuçların doğrulanması amacıyla absorbsiyon-elüsyon, mixed aglütinasyon yöntemleri, O grubu için Lattes Testi kullanılabilir. Ancak absorbsiyon testinin uygulanmasını kısıtlayıcı faktörlerin bir kısmı bu testler için de geçerlidir.


alntı

Linkback: https://www.buyuknet.com/adli-tip-pdt-t32819.0.html


Etiket:
Adli Tıp PDT 

Bu bilgi size yardimci oldu mu?

EvetHayır
Adli Tıp PDT
Adli Tıp PDT
(Ortalama: 5 üzerinden 2.5 - 2 Oy)
2